Merhaba Yaz, Merhaba Roma!

Upuzunmuşçasına geçen bir başka yıl..

Uğraşılarımızın her geçen gün hissettirmeden eskiyen bedenlerimizde yarattığı yorgunluk, kimisi gerçekleşen ama bir çoğu için hâla gerçekleşecekleri ümidini yitirmediğimiz beklentilerle, hayal kırıklıkları, sevinç gözyaşları, mutluluklar, mutsuzluklar, belki kayıplar, mutlaka yeni kazanımlar ve her zamanki gibi daha bir olgunlaşmış yaşam arzusu, gücü ile ulaştık yağmurlu bir haziran ayına daha..

Şimdi önümüzde, her seferinde farklı bir gülümsemeyle ışıldayacak, yılın diğer günlerine oranla birbirinden uzun, güzel ve güneşli günler var değerlendirilmesi gereken! Ve içlerinde adına ‘tatil’ dediğimiz, rutinimize kenetlemiş olduğumuz tüm ‘yapılacaklar listesindekiler’den kaçarcasına vazgeçeceğimiz o beklenen günler için plan yapmanın tam sırası!

Elbette herkesin tercihi farklı olacak bu ‘beklenen periyot’ için.. Okunabilmek amacıyla uygun zamanı bekleyen henüz kapakları açılmamış kitaplar sehpalara konacak serin içeceklerin, küçük kaplardaki atıştırmalıkların eşliğinde, belki deniz-kum-güneş sezonu açılacak, belki de boş oturmak kavramı yeniden incelemeye alınacak.. Ve hiç şüphesiz ki çoğunluk yaşadığı çevreden uzaklaşıp, farklı atmosferlerde ruhunu yenilemek isteyecek..

Şimdi önce derin bir nefes alın ve benimle kısacık bir Roma turuna katılın…!


Güpgüneşli bir gün ve sabahın taze ışıklarıyla “Vatikan”dayız. Erken geldiğimiz için şanslıyız ki girişte sıra yok! Günlerden pazar olduğu için müzeye ve şapele giriş ücreti ödemiyoruz! Ve tarihin dokusuyla, yeteneğin eşi benzeri olmayan fırça darbelerinin birleştiği sanat harikaları karşımızda.. Tarihin hem içindeyiz hem dışında! Küçük detayların dâhi bir anlam ifade ettiği sanat hazinelerini ağır adımlarla geçiyoruz, fotoğraf çekmek yasak! Etkileyici bir müze turunun ardından yine açık havadayız. Bazilika’yı da yine tüm ayrıntılarını sindirmeye çalışarak dolanıp turumuza “Angelo Kalesi” ve “Köprü”sü doğrultusunda devam ediyoruz..


 Yanımızdan geçen bizim gibi turist Japon kafilesi doğru yolda ilerlediğimizin bir işareti! Sıcak havanın da bizi tetiklemesiyle soldaki küçük ve gösterişsiz olmasına rağmen insan yoğunluğu yüksek dondurmacıdan rengarenk birkaç top dondurma alıp denediğimiz ilk İtalyan lezzetinin tadını çıkarıyoruz. Acıkmış olmamıza rağmen bu serinlik ve tad reddedilemez! Turda bize eşlik edip anı daha da güzel kılan insanlarla edilen muhabbet eşliğinde acele etmeden ilerliyoruz “Navona Meydan”ına.. 


Bir çok filme olduğu gibi “Melekler ve Şeytanlar” filmine de rol üstlenmiş bu meydanda bir figüran olup, sokak sanatçılarının kimi güldüren kimi şaşırtan gösterileriyle eğlendikten sonra yolumuza “Pantheon” üzerinden devam ediyoruz. Tepesi açık bu tarihi yapıyı inceleyip fotoğrafımızı da çektikten sonra sırada “Trevi Çeşmesi” var! Artan coşkulu insan seslerinin adımlarımıza kattığı heyecanla tempomuzu hızlandırıyoruz ve işte karşımızda! 


Her bir yanı farklı heykel ve figürlerle bezenmiş yapının önündeki çeşmeye atılıyoruz heyecanla ve ceplerimizi karıştırıyoruz bir an önce düşük değerli ‘cent’ bulma arayışıyla! İnsanları iteleyerek suya varıyoruz ve önce sırtımızı suya dönüp objektife poz veriyoruz, sonra da gözlerimizi yumuyor, her seferinde tuttuğumuz ama bir türlü gerçekleşemeyen o dileği tekrar ediyoruz iç sesimizle. Sağ elimizdeki bozuk para sol omzumuz üzerinden kayarcasına ilerleyip düşüyor ve bilmiyoruz aslında bu hareket dileğimiz gerçekleşsin diye değil de, “İtalya’ya tekrar geleceğimiz” anlamına geliyor! Artık dönüş yok, para atıldı, geleceğe yazıldı! Birkaç pozun ardından istikamet “İspanyol Merdivenleri” ve karşısındaki sokaklarda bulunan keşfedilesi İtalyan lezzetleri!


 Merdivenlerde paylaşılan mutlu anlar sonrası kalabalığa ve guruldayan iç sesimize dayanamayıp, fotoğraf çekimi yapılan gelinle damadın yanından geçip küçük sokaklardan sağdakine ilerliyoruz ve o doğru mekanı bulup geleneksel “4 peynirli pizzamızı”, “risotto”muzu söylüyoruz İtalyan tarzını yansıtması amacı ile özenle seçilip işe alınmış o kıvırcık yakışıklı garsona! Bu mükemmel lezzetin tadına varıp, sızlanmaya başlamış yorgunluğumuzu bir kenara bıraktığımıza göre yola çıkma vakti! Yol üzerinde “Venedik Sarayı” gibi diğer güzel yapıları da görüp fotoğraflayarak turun tatlısına, “Kolezyum”a ulaşıyoruz ancak yol henüz bitmedi. Bu görkemli yapıya ulaşmadan önce geçmemiz gereken tarihi Pazar alanı “Forum” var.. 


Dik açılarıyla bize hoş geldin diyen güneşe aldırmayıp hasır şapkamızla farklı farklı turistik pozlar veriyoruz elimizden düşürmediğimiz kameramıza! Ara sıra yorulma ve sıcak hava şikayetlerinde bulunduğumuz ama her anı eşsiz bu güzel turun sonuna gelmiş olmanın burukluğuyla “Kolezyum”a ulaşıyoruz.Yüzyıllarca yaşamış, yaşarken yaşlanmış, ama yine de aurasından hiçbir şey kaybetmemiş bu ihtişamlı yapıyı tarih dokusuyla zihnimize kazırcasına izliyoruz.. Aradan geçen zamanın farkına varamamış olsak da artık dönme vakti!


Çevresindeki Gladyatörlerle orijinal pozlar verip hediyelik eşya alışverişimizi de yaptıktan sonra “Roma’ya çıkan tüm yollar”ın birisinden dönüş yolculuğumuz başlıyor ne yazık ki..
Bu küçücük  turistik gezinin yarattığı taptaze bir enerji, boşalmış bir zihin ve kocaman mutluluk deposuyla dönüyoruz yuvamıza...


Önümüzde hâla daha güzel ve güneşli günler var! Şimdi zaman onları değerlendirme zamanı, zaman ertelememe, zaman tazelenme, zaman yanımızdakilerle geçirilen her anın değerini bilme ve perdeler sonuna dek açıkken parlayıp mutlu olma zamanı!

Kim demiş tek parlayan yaz güneşi diye!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Trenitalia

Bir Datça hikayesi

Didyma-Didymaion-Didim